Ülkemizde kadına yönelik şiddet ve bu konuda alınan önlemlerinin ne denli yetersiz kaldığını gösteren bir trajedi daha yaşandı. İki çocuk annesi Sinem, eski eşi tarafından tehdit edilip şiddete maruz kalması sonrası mahkeme tarafından verilen uzaklaştırma kararına rağmen, korkunç bir saldırıya uğradı. Sinem’in eski eşi, alınan tüm güvenlik önlemlerine rağmen balkondan tırmanarak eve girdi ve cinayete kurban gitti. Bu olay, kadınların yaşamlarını korumaya yönelik yasal düzenlemelerin ne kadar acilen gözden geçirilmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Sinem, eşiyle yaşadığı şiddetli ilişkiden kurtulmak için mücadele veriyordu. Birçok kez polise başvurarak korunma talebinde bulunsa da, sistemin sunduğu güvenlik tedbirleri maalesef yeterli olmadı. Uzaklaştırma kararı aldıran Sinem, kendisine verilen bu yasal koruma önlemlerinin, hayatını tehdit eden cezasızlıkla nasıl altüst olduğunu trajik bir şekilde deneyimledi. Olay günü, Sinem evinde çoğu zaman olduğu gibi çocuklarıyla birlikte dinlenmeye çekilmişti. Ancak, eski eşi bu durumu değerlendirdi ve orantısız bir kuvvet kullanarak balkondan tırmanarak içeri girdi. Aldığı uzaklaştırma kararı, ona ne yazık ki hayat vermedi.
Olay sonrası yapılan incelemelerde, Sinem’in durumu hakkında komşuları ve yakın çevresi ile yapılan görüşmeler, yaşanan dramın boyutunu gözler önüne serdi. Yakınları, Sinem'in sürekli tehditlere maruz kaldığını, ancak etkili bir koruma mekanizmasının olmadığını belirttiler. Kadınların durumu, özellikle benzer hikayeleri olan diğer kadınlar için büyük bir tehlike oluşturarak “bu benim başıma gelmez” düşüncesinin sorgulanmasına neden oldu. Yasal sistemin işleyişi göz önünde bulundurulduğunda, kadına yönelik şiddet olaylarının altında yatan esas sorunların yalnızca bireysel psikopatolojiler değil, aynı zamanda bir bütün olarak cezasızlık politikalarının ve toplumsal algıların da olduğunu belirtmek gerekir. Sinem’in durumu gibi olayların yaşanmaması adına bu sorunların ele alınması ve hızla çözüme kavuşturulması şart.
Bu trajik olay, “Sinem” ismiyle değil, birçok kadının yaşadığı bir gerçeklikle önümüze geliyor. Sadece bir bilinç yükseltici olarak kalan sayfa başlıkları, bu tür olayların önüne geçmek için yeterli görünmüyor. Kadınları koruma amaçlı alınan tedbirlerin uygulamadaki sıkıntıları, zaman zaman hayatların sona ermesiyle sonuçlanabiliyor. Uzaklaştırma kararlarının mahkeme ve polis tarafından etkin bir şekilde yerine getirilip getirilmediği, bu tür olayların önlenmesi açısından kritik bir husus. Gelecek nesillerin daha güvenli bir dünyada yaşadığı bir toplum yaratmak adına her bireyin üzerine düşeni yapması ve alışkanlıklarını sorgulaması şart.
Kadın cinayetleri, sadece bir bireyin ölümü değil; birlikte birçok hayatı, aileyi ve toplumu etkileyen bir olgu. Sinem’in talihsiz hikayesi, ülkemizdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bunun getirdiği şiddet kültürünün değiştirilmesi gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu olayla birlikte, yetkililerin ve toplumun tüm kesimlerinin daha aktif bir rol üstlenmesi, kadına yönelik şiddeti önlemek ve kadınların hayatını korumak için birlikte hareket etmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Tüm bunların yanında, medyanın etkili ve bilinçli bir şekilde kadın cinayetlerini önlemeye yönelik yapıcı haberler yaparak toplumda farkındalık yaratılmasına da katkıda bulunması büyük bir önem taşıyor.
Sinem’in verdiği mücadele ve yaşadığı dram, tüm toplum için birer uyarı niteliğinde. Bu konuların daha fazla gündem yapılması, yasal düzenlemelerin yeterli hale getirilmesi ve toplumsal algının değişimi için gereken adımların atılması şart. Gelecekte bir kadın daha cinayete kurban gitmeden bu sorunun üstesinden gelinmesi için herkesin el birliğiyle çalışması gerekmektedir. Sinem’in anısı, bu mücadelede bir nişane olacak ve tüm kadınların hakları için sonuna kadar savaşa devam etmeleri için bir ilham kaynağı olacaktır.